İngilizce bir sendrom: "Failure to launch syndrome". Olgunlaşmasına rağmen sorumluluk almaktan korkan ve kaçan, yetişkin yaşamına tam olarak katılamayan kimselere deniyormuş. Kavramın henüz Türkçede bir karşılığı yok.
Psikolojide "Concorde sendromu" diye bir şey var. Verdiğin emekten dolayı yanlış yapsan da vazgeçmemek, sana zarar veren şeye sırf başladığın için devam etmek demek. Düşünürler bunu "yanlış trene binince ilk durakta inin, mesafe arttıkça dönüş maliyeti de artar" diye örnekler.
Rusça bir sözcük: "Toská". Hayat normal gidiyorken hissedilen derin üzüntü, nedensiz keder, huzursuzluk, ruh sızısına deniyor. Rusçada yazılışı: Тоска.
Çağın kelimesi: "Baofuxing aoye". Yani "intikam amaçlı uykuyu erteleme". Gün içinde kendimize vakit ayıramadığımız için gece uyumak yerine sosyal medyada takılmaya, dizi izlemeye, internette dolanıp uyumayarak kendine zaman ayırdığını sanmaya deniyor. Terimi Çinliler çıkarmış.
Bana göre hayat felsefesi olacak Latince bir söz: "Florebo quocumque ferar" (Taşındığım her yerde çiçek açacağım). Yani gittiğim her yerde gelişeceğim, nereye götürülürsem büyüyeceğim demek.
Son zamanlarda çoğumuzun yaşadığı durumun İngilizce bir adı var: "Languishing". Hayata karşı keyfin kaçmasına, amaçların azalmasına, anlamsız bir durgunluğa ve eski yaptıklarımızdan zevk almamaya deniyor. Sözcük, Latince "çürümek, solmak" anlamındaki "Languere" kökenli.
Mezar taşlarında görülen Latince bir deyiş; "Non fui, fui, non sum, non curo (Yoktum, varım, olmayacağım, umrumda değil). Kısaltılıp yazılır; "NFFNSNC" (Roma mezarları).
Ufkumu açmadı desem yalan olur. Euro banknotlarının üzerinde Avrupa'nın kültürel tarihindeki yedi dönemin mimari stilinden eserler varmış. Klasik dönem mimarisinden çağdaş dönem mimarisine kadar sırayla gidiyor.
Fransızcanın pek bilinmeyen sözcüklerinden biri: "Retrouvailles". Uzun bir aradan sonra sevilen kişiyle tekrar karşılaşmaya veya ayrı düşen kişilerin birbirini bulmasından duydukları sevince deniyormuş.
Dilimizde "İskelet Çiçeği" olarak bilinen bu bitkinin ismi "Diphylleia grayi" (산하엽). Japonya ve Çin'de yetişen bu çiçek, yağmur yağınca şeffaflaşıp kuruduğunda eski görünümüne dönüyor.
Felemenkçe bir sözcük: "Levensgenieter". Her şeye rağmen hayatı seven, sevdiği şeyleri yapıp keyif almasını bilen, yaşam dolu olan kişilere deniyormuş. Başka dillerde tam anlamıyla karşılığı yok.
Latincenin iyi deyişlerinden biri: "Animum debes mutare, non caelum". Anlamı "Bakış açını değiştir, gökyüzünü değil" olan bu söz eskiden seyahat ederek sıkıntılarından kurtulacağına inananlara verilen öğütmüş. Yani ruhumuzu arındırmazsak gittiğimiz yere dertlerimizi de götürürüz.
İngilizcede "Conscience" sözcüğü "vicdan", "Consciousness" ise "bilinç" demek. Her iki kelime de Latince "Conscire (bir suçun bilincinde olmak, yanlışı bilmek)" kökenli. Yani vicdanın doğumu bilince bağladır.
"Ocak" yani "January" adını Roma tanrısı Janus'tan almış. Başlangıç ve bitişin simgesi olan Janus bir yüzüyle geçmişe, bir diğer yüzüyle de gelecek yıla bakar. Çünkü geçmişte kalan geleceğe bakamaz.
Norveççe bir sözcük: "Godværsvenn". İyi günde, işler yolunda giderken yanımızda olan ama zor günlerde bizi yarı yolda bırakan, arayıp sormayan arkadaşlara deniyormuş. Godvaersvenn şeklinde de yazılıyor.
İngilizce bir sözcük: "Travitude". Seyahat veya gezme eksikliği hissedince huzursuz olmaya, arada bir yolculuk yapmamanın insanda yarattığı keyifsizliğe deniyor. Aslında seyahatle kendini iyi hissetmeyi anlatıyor.
Yepyeni bir kelimemiz oldu: "Covidiot". Uygulanan kuralları çiğneyip, koronavirüsün yayılmasına neden olan veya çok fazla stok yaparak diğer insanları mağdur eden kişiye deniyormuş. Latince kökenli olan sözcüğün Türkçede henüz bir karşılığı yok.
Arşiv gibi arşiv; "Bbc, 16 bin sesi herkes için kullanıma, dinlemeye açmış". Baykuş sesi, spor salonu atmosferi, battaniye sesi, tren rayları sesi, kafe kalabalığının sesi bile var.
Eski İngilizceye ait bir kelime: "Rawgabbit". Bilmediği, hakkında hiçbir fikri olmayan konulara dair öz güvenli şekilde konuşan, bilgiçlik taslayan kimselere deniyormuş.
İngilizce bir sözcük: "Paralian". Deniz veya sahil kenarında olmayı, yaşamayı seven ve burada huzurlu hisseden kişi demek. Antik Yunanca kökenli bu kelime, eskiden Atina kıyılarında yaşayan insanlar için kullanılırdı.
Bugün 30 Ocak. Yani "Saudade Günü". Portekizce bir sözcük olan "Saudade", artık olmayan veya kaybedilen kişiye karşı duyduğumuz özlemi, hissettiğimiz eksikliği ve bitmeyen sevgiyi anlatıyor. Nerede olursak olalım her daim aklımızda, ruhumuzda olanlara.
#SaudadeDay
Sağdan ve soldan okunuşu aynı olan Latince deyiş, palindrom; "in girum imus nocte et consumimur igni". Anlamı ise; "Gecenin içinde kayboluyoruz, ateş bizi yutuyor (tüketiyor)".
Norveççede "mutlu korku" diye bir kelime var: "Gruglede". Heyecanla beklediğimiz bir durum, kişi, olay veya görüşme gibi şeylerde hissettiğimiz korkuya, strese deniyor. "Grue" (korku, ürperti) ve "Glede" (sevinç) sözcüklerinden oluşturulmuş.
Fransızcadan şiir gibi bir söz: "La Douleur Exquise". Asla birlikte olma ihtimalinin olmadığı, imkansız birine aşık olmanın verdiği acıya, üzüntüye deniyormuş. Kısaca "zarif ağrı" diye biliniyor.
İtalyancadan bir deyim: "Dolce far niente". Yani tembellikten alınan zevk, boşluğun verdiği keyif, hiçbir şey yapmamanın tatlığı demekmiş. Hatta bu durum "Oblomovluk" şeklinde de adlandırılıyor.
Bluetooth'un simgesi Danimarka kralı Harald'ın isminin baş harflerinden geliyormuş (Harald Bluetooth). Vikingler'in kullandığı Runik alfabesinde "H" ve "B" harflerinin karşılığı olan semboller birleştirilmiş ve Bluetooth'un logosu olmuş.
Almanca bir sözcük; "Fernweh". Uzaklara gitmeye karşı duyulan özleme veya bulunulmayan yere karşı hissedilen tutkuya deniyormuş. Tam tersi ise; "Heimweh". Ait olduğun yere duyulan özlem, sıla hasreti anlamında.
Latinceden felsefi bir deyiş; "Festina Lente (Yavaşça acele et)". Genelde "yavaş ama çevik, cesur ol, ne yavaş ne hızlı, hız insanı kendisinden uzaklaştırır" anlamlarına geliyor.
Latincede "Aquila non captat muscas" diye güzel deyim var. Anlamı "Kartal sinek avlamaz" olan bu söz, zeki ve güçlü birinin ufak sorunlarla veya ıvır zıvır işlerle uğraşmayacağını anlatır.
Latinceden hayatın kendisini anlatan bir deyiş: "In solis sis tibi turba locis". Anlamı “Issız yerlerde kendin için bir evren ol" yani "Yalnızken, kendin için kalabalık ol" demektir.
Latince kökenli bir sözcük: "Exulansis". Anlattığımız bir şeyin karşımızdaki kişi tarafından anlaşılmadığını fark etmeye, hevesimizin kaçmasına, birine laf anlatmaktan vazgeçmeye deniyormuş. Sözcük, İngilizceye geçmiş.
Doğa için mini, tatlı bir rehber: "Bazı ağaç türlerini tomurcuklarından tanıyabilme". Pek kolay görünmese de biraz da baka baka ağaçları keşfetmek adına güzel bir kılavuz.
Latince çok güzel bir söz var: "Destitutus ventis remos adhibe". Anlamı "Rüzgar seni yüzüstü bırakınca, küreklere asıl". Yani hayatın tüm zorluklarına rağmen tutunduğumuz şeylerin olduğunu, son ana kadar çabalamamızı ifade etmiş.
Tolstoy bisiklete binmeyi 67 yaşında öğrenmiş. Bu sayede "Tolstoy'un Bisikleti" diye bir kavram literatüre geçmiş. Yani hiçbir şey için geç değildir, yeter ki isteyelim.
İtalyancadan güzel bir deyiş: "La vera felicità sta ne viaggio, non nella meta". Bu şiirsel söz "gerçek mutluluk varılan noktada değil, yolculuğun kendisindedir" anlamında.
Gece belli bir saatten sonra aşırı duygusal oluruz. Bu zamanın adı İngilizcede "Soft Hours" diye biliniyor. 02:00-03:30 arası çok fazla duygusal olmaya, sonrasında pişman olacak kadar duygularımızı dinlemeye deniyor.
Almanca bir kelime: "Handschuhschneeballwerfer". Uzak ve güvenli bir yerden insanları eleştiren, başına bela almadan birileri hakkında korkakça yorumlar yapanlara deniyormuş. "Kar topu atarken eldiven giyen kişi" anlamında olan sözcük pısırıklığı ifade ediyor.
Ocak ayı yani "January", Roma tanrısı Janus'tan geliyor. Janus'un görüldüğü gibi iki tane yüzü var. Biri geçmişe, diğeri de gelecek yıla bakıyor. Yani geçmişi ruhuna katan geleceğine yön verebilir.
İsveççe bir kelime: "Tidsoptimist". Daha zamanı olduğunu düşünerek geç kalmayı alışkanlık haline getirenlere deniyormuş. Otobüse, buluşmaya, filmin başlangıca gibi. Biz buna "zamansızlığa tutulmak" diyebiliriz.
İngilizcede "Flawsome" diye bir sözcük var. Kusurlarına rağmen güzel olan, kusurlarını kucaklayan, hataları veya kusurlarıyla sevilen insanlara deniyor. "Flaw" (kusur) ve "awesome" (müthiş) kelimelerinden meydana gelmiş.
Anlamı derin İngilizce bir kelime: "Scabulous". Hayatta aldığımız yaralardan gurur duymaya, hayatın attığı imzanın zorluğuyla yaşayabilmeye deniyor. Kısaca sevilen yara izleri diyebiliriz.
Hintçe bir kelime: "Hridayeş". Hayatın boyunca ayrılamayacağın, yanındayken huzur bulduğun, her şeyden çok sevdiğin kişiye deniyormuş. Kısaca "kalbinin tanrısı" olarak biliniyor.
İspanyolca bir sözcük; "Vacilando". Yolculuğun, bir yere gitme deneyiminin varılacak yerden daha keşfedilesi, değerli olduğunu düşünenlere deniyormuş. (Steinbeck "İngilizcede karşılığını bulamadığım bir sözcük" diye bahseder)
Baharı simgeleyen "Sakura" yani kiraz çiçekleri zamanı başlıyor. Sakura, ağır ağır açılıp hemen dökülen bir çiçek olduğu için hayatın gelip geçiciliğini yani yaşamı ve kaçınılmaz sonu simgeler. Bu yüzden açan sakuraları izlemeye Japoncada "Hanami" (花 見) denmiş.
İspanyolcada çocuklara adı gibi ya da adının tersine bir hayat yaşasın diye koyulan isimler.
Dolores: acı, hüzün
Mercedes: merhamet
Cándido: masumiyet
Soledad: yalnızlık
Tristán: üzgün
Felicidad: mutluluk
Renato: yeniden doğmuş
Salvador: kurtarıcı
Oriol: altından yapılmış olan.
Yunancadan güzel bir hastalık, kelime; "Dromomania". Seyahat veya uzun mesafelere gitmek için kontrol edilemeyecek kadar istek duymaya deniyormuş. Türkçesi "dromomani".
Arapçadan dilimize geçen "Allem" sözcüğü "bildirdi, öğretti", "Kallem" ise "konuştu" demekmiş. Yani "Allem etti kallem etti" sözü, "ikna amaçlı konuşarak istediğini kabul ettirdi, her yola başvurup amacına ulaştı" demek.
İngilizceden bir kelime: "Jouska". Kafamızın içinde dönüp dolaşan düşüncelere, içimizden belli bir konuda kendimizle yaptığımız konuşmalara deniyormuş. Henüz başka dilde karşılığı yok.
"Kazın ayağı öyle değil" deyimi aslında "Kaziye-i anha öyle değil" imiş. Arapça kökenli "Kaziye" (hüküm, kesin yargı) ve "Anha" (o, onun) sözcüklerinden oluşan bu deyim dilimizde ses değişime uğramıştır. "Onun yargısı öyle değil" anlamındadır.
Yeni yeni duyulan İngilizce bir sözcük; "Phubbing". Telefona bakıp veya telefonla ilgilenip karşımızdaki kişiyi görmezden gelme, hiçe saymaya deniyormuş. ("Snubbing" ve "Phone" birleşimiyle)
Yazın en güzel arkeoloji haberi: Düzce'de Apollon heykeli bulundu. 1.90 boyunda olan heykelin depremde yıkıldığı, parçalandığı tahmin ediliyor (MS 2. yüzyıla tarihlenmiş).
"April" sözcüğü Latince "Aprilis" kökenlidir. "Açmak, ortaya çıkarmak" anlamındaki "Aperiere" sözcüğüyle bağlantılı olan April, Antik Romada açan çiçekler ve gün yüzüne çıkan hayvanlar için kullanılırdı. Bu yüzden "April" yani "Nisan" her dilde tabiatın uyanışı ve canlanışıdır.
Yunanca bir deyiş: "Gnothi seauton" (γνῶθι σεαυτόν). Yani "Kendini bil" demek. Asırlardır geçerliliğini koruyan bu söz, hatırlanması gereken değil unutulmaması gereken bir öğüt.
Bugün "Zemheri" yani "Karakış" başlıyor. Kışın çok soğuk ve sert geçen 40 günlük zaman aralığına deniyor. Bu yüzden "Erbain" (kırk) olarak da bilinen "Zemheri", Farsça "Zam (kış)" ve Arapça "Harir (uğuldayan)" sözcüklerinden oluşuyor.
Sanskritçe bir kelime: "Çandrānā". Bir konu hakkında bilgisi olsa bile bilmiyormuş gibi davranmak, fikri olan şeylere seyirci kalıp cahil taklidi yapmaya deniyormuş.
Latincede "boşluk, değersizlik" anlamında olan "Vanitas" diye bir sözcük var. Bu sözcük insanlara ölümlü olduğunu hatırlatan sanat eserlerinde kullanılıyor. Yaşamın geçici ve kısa olduğunu vurgular.
Türkçede tekil olarak kullandığımız fakat çoğul olan ne çok sözcük var.
Mesela; "Fukara" aslında "Fakirler" demek.
Etraf: Taraflar.
Talebe: Talipler, istekliler.
Emsal: Eşler.
Evliya: Veliler.
Mahlukat: Yaratılmış olanlar.
Ebat: Uzaklıklar.
Evlat: Veletler. (Arapça kökenliler)
Cemre düştü ama bugün eski takvime göre "Vade Yeli" var. Eğer Vade yelinde poyraz olursa 40 gün daha kış var demektir. Rüzgar doğudan eserse hastalıkların yakamızı bırakmayacağı, kuzeyden eserse de yılın bereketli olacağına inanılır. Miladi takvime göre Mart başıdır.
Bugün hava neden mi soğuk? Çünkü "Zemheri" yani "Kara kış" başladı. Kışın en şiddetli hissedildiği 40 günlük zaman aralığı olan Zemheri, Farsça "Zam" (kış) ve Arapça "Harir" (uğuldayan) kökenli. Yurdun her köşesinde hissedilen "Zemheri" bitince, 50 gün süren "Hamsin" başlayacak.
Bugün, altı gün sürecek olan "Öküz Soğuğu" başlıyor. "Sitteisevir" olarak da bilinen bu dönemin adı "Sitte" (altı) ve "Sevir" (boğa) sözcüklerinden oluşuyor. Fırtınalarıyla ün yaptığından halk dilinde "Sitteisevir kapıyı çevirir" (kötü havada dışarı çıkma) diye bir öğüt vardır.
Sık sık karşımıza çıkıp "bu neydi" dedirten Latince kalıplar.
Magnum opus: Ustalık eseri
Casus belli: Savaş nedeni
In memoriam: Anısına
Carpe noctem: Geceyi yakala
Persona non grata: İstenmeyen kişi
De facto: Uygulamada, pratikte
Ad hominem: Konuyu şahsileştirip saldırmak.
Eskiden olumsuz enerji ve nazardan korunmak için evlerin girişinde KAICY mozaiği (Kem göz mozaiği) bulunurmuş. "Kaicy" Eski Yunancada "sana da" demek. Yani "Ne düşünürsen düşün, düşündüğün seni bulsun".
Latince bir sözcük: "Acedia". Herhangi bir soruna dayanmayan kafa karışıklığı ve ruhsal tembelliğe, hayata karşı yorgunluk ve bıkkınlığa deniyor. Antik Yunanca kökenli.
Milan Kundera'yı kaybetmenin üzüntüsüyle ondan öğrendiğimiz Çekçe bir kelime: "Litost". Yapamadığımız şeylerin hüznü, içimizdeki sefaletin birden ortaya çıkmasının verdiği acı demek. Kundera "hüzün, acıma, pişmanlık, özlem anlatan bu kelime olmadan insan ruhunu anlamak güç" der.
Latincenin kısa ve öz deyişlerinden olan "Aude aliquid dignum", kısaca "Değecekse cesaret et" demektir. Yani sonunda yenilgi bile olsa inandığın şeyin peşinden gitmeyi ve bunun için her şeyi göze alabilmeyi anlatır.
İngilizcede şahane bir kelime var: "Procaffeinating". Kahve içmeden güne başlayamamak, kahvesiz hiçbir şey yapamamak veya bir fincan kahve içmeden çalışmak istememek demek.
Latince bir deyiş: "Curae leves loquuntur ingentes stupent". Anlamı "Küçük dertler konuşup durur, büyükleri suskundur". Yani sıradan sorunları konuşup büyük acılara karşı suskunluğumuzu koruduğumuzdan bahseder.
Eskiden her şey ne kadar romantikmiş. Latince "Anima dulcis vivas mecum" yani "Benimle beraber yaşar mısın, tatlı ruh" yazılı bu yüzük eskiden beraber yaşlanılacak kişiye hediye edilirmiş (MS 4. yüzyıl, Roma).
Norveççe bir sözcük; "Gjensynsglede". Uzun zamandır görmediğin biriyle kavuşmaya, bir araya gelmeye veya beklediğin kişiyle sonunda tanışmaya deniyormuş.
İspanyolcada "Pura vida" diye bir söz var. Düz anlamı "basit hayat" olsa da aslında "yaşam budur, böyledir" demek daha doğru. Hayatı olduğu gibi kabul edip, akışına bırakmayı ve kaygıdan uzak kalabilmeyi anlatan bu söz, ayrıca Kosta Rika halkının da yaşam felsefesidir.
Zemheri bitti, bugün "Hamsin" başlıyor. Arapça kökenli "Hamsin" sözcüğü "elli" demek. Yani 50 gün sürecek soğuk ve kış dönemine giriyoruz. Eskiler, bu sürenin kışın en zorlu zamanı olduğunu anlatırken "Hamsin, zemheriden kemsin" derdi. Yani artık kışın ikinci yarısına geçiyoruz.
Almanca bir sözcük: "Morgenmuffel". Sabah erken uyanmayı sevmeyen, uyanınca huysuz ve keyifsiz olan kimselere deniyor. Kelime, zor uyanan kimseleri anlatmak için kullanılıyor.
Latincede "Asinus asinum fricat" diye bir deyim var. Anlamı "Eşek eşeği okşar" olan bu söz, bilgisiz veya yeteneksiz kişilerin birbirini överek anlaştığını ifade eder.
Bugün, Türk geleneklerinden olan "Paktagan" kutlanıyor. Efsaneye göre Ay ve Güneş hiçbir zaman birbirine kavuşamıyordur. Anca gece ve gündüz eşitlenince birbirlerinin yüzlerini görürler ama yine de kavuşamazlar. Bu yüzden yaz biter, sonbahar başlar. Yani bugün, Güz Ekinoksu'dur.
İspanyolcadan bir sözcük; "Licnobio". İşini, meşguliyetini gece yapmayı seven, hava kararınca çalışan ya da hayatını gece yaşayan kişilere deniyormuş (Yunanca kökenli). Biz buna genelde "gece kuşu" diyoruz.
Japoncanın çok sevdiğim kelimelerinden biri: "Komorebi". Güneş ışığının ağaçların, yaprakların arasından süzülüp yarattığı parlak ışığa deniyor. Penceremizden bile sızarak odaya yansıma yapabilecek "Komorebi"nin yazılışı: "木漏れ日".
Almancadan güzel bir kelime: "Verschlimmbesserung". İyi bir şey yapmaya veya bir şeyi düzeltmeye çalışırken daha da kötü hale getirmeye, işleri içinden çıkılmaz duruma sokmaya deniyormuş.
Kıştan kalan son günler olan "Berdülacûz" yani "Kocakarı Soğukları" başladı. Arapça "soğuk" anlamındaki "Berd" ve "huysuz yaşlı kadın" olan "Acûz" sözcüklerinden oluşan "Berdülacûz", dinmeden esen rüzgar dolayısıyla "Husûm fırtınası" olarak da biliniyor.
Latincede "Tempus fugit" diye bir deyiş var. "Zaman uçar" demek. Eskiden bu söz, insanlara geçen zamanın geri gelmeyeceğini hatırlatmak amacıyla saatlerin üzerine yazılırdı (Fotoğraftaki güneş saati).
Eski İngilizce bir sözcük: "Lackadaisical". Bir şeyler yapmak için isteği olmayan, kendini yeteri kadar canlı ve coşkulu hissetmeyen, bezmiş demekmiş. 1700'lerde itibaren kullanılan sözcük "ruh eksikliği" olarak biliniyor.
Almanca bir kelime: "Wanderlust". Dünyayı dolaşmak, yeni yerler keşfetmek için karşı konulmaz bir istek duymaya deniyormuş. "Yolculuk tutkusu" olarak bilinen kelime 1902 yılına kayıtlanmış.
Fince bir sözcük: "Kalsarikännit". Dışarı çıkma niyetinde olmadan evde tek başına içmeye, sarhoş olmaya deniyormuş. Fin kültüründe "evde iç çamaşırlarıyla sarhoş olma" hissi olarak biliniyor.
Ekim geldi. Ara bir ay olduğundan Ekim'e "Ortagüz" de denir, kışa hazırlayan ılık havasıyla nefes aldırdığı için "Avara ayı" da denir. "Darıay, Harmanay, Değirmenay" diye bilinen "Ekim" özünde Türkçe bir kelimedir ve "tarlaların ekilip sürüldüğü ay" olduğundan bu ismi almıştır.